Pazartesi, Aralık 25, 2006

Hazırlık

Tuttuğun tüm ellerde
Ellerimi aradın yıllarca
Benim için yaşadın onca zaman
Biliyorum, dudaklarımı öptün hep
Zira önceki tüm öpüşlerin
Hazırlığındı benim için…

Gittiğim her yolda
Sana varacağım adımdan eksilttim
Senin için yaşadım onca zaman
Ve hep emanet baktım sevmelere
Zira önceki tüm sevişlerim
Hazırlığımdı senin için…

Acemilik kaldırmıyor
Bir yerden sonra
Aşk...

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Aşk Coğrafyası










Senin şehrinde kar yağmaz böylesi
Sen hep güneşli havalar yaşarsın
Kalbinin bilinmeyen kuytularında
Elimin soğukluğu bile içini burkar
Dudaklarındaki sıcak ise eskimiştir
Paylaşılmamaktan…

Sende paylaşmalık sıcaklıklar
Bende beyaz gözyaşları
Kalbimizin üst üste geldiği
Bir şehir arıyoruz kendimize
Tek kişilik evler yapıyoruz
İskambil kağıtlarından
Bir rüzgarınla yıkılıyor
Sanki hiç var olmamışçasına…

Bir soğuğu paylaşmak böylesi zor
Bir sıcakta tek olmak böylesi imkansız
İklimler bile ayıramıyor bizi bilesin…

Zaten,
Hangi coğrafya kitabında yazar ki
Aşkın ekvatora uzaklığı ?..

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Aşktan Kalan

Hadi geç otur karşıma. Şimdi üstümüzde ne varsa çıkaracağız. Bizi biz olmaktan alıkoyan her şeyi bir kenara koyacağız.
Önce ben şu şair melankolimi fırlatacağım koltuğun üstüne, sonra sen bana dair ön yargılarını soyacaksın sebepsiz bir utanç içinde. Ellerim düşüncelerinde gezerken dişlerimle sökeceğim kendine söylediğin yalanları. Tam bu sırada sen de pişmanlıklarımı çekip al nefes nefese.
Hadi geç otur karşıma. Zor bir deneyim olacak bu. İstersen kahve yapayım sana. Yarısına kadar doldurayım bardağı.
Hadi bak oluyor işte. Yavaş yavaş çıplak bırakıyor bizi sonradan gelerek bizliğimizden taşırmış yapmacık yanlar. Şimdi kelimelerini duymak istiyorum üşüyen yerlerimde. Şimdi sadece sen olarak, bütün görünmez giysilerinden yoksun, bir şarkı söyle bana. İçinde dağlar, denizler, çocuklar olsun. Bak ben de nasıl gösterişsiz cümleler fısıldıyorum sana. Bak nasıl sevişiyoruz en yalın hâlimizle…
Şimdi inlemeleri duyuluyor kıymetini bilemediğimiz yaşanmışlıkların. Sana dokunan sözlerim yanıyor. Hissediyorum, göz yaşlarımız damlıyor içinde. Başka şehirlere taşınan sevdalarım ilerliyor kalbine.
Hadi şimdi teslim ol sevdamıza. Bak nasılsa çıplağız, her şey orada duruyor gözünün önünde. Bak her şey ev gibi dağınık. Bütün varlıkların, boyutunu ona göre ayarladığı andayız. Zamanın dokunamadığımız ve asla geri alamayacağımız yerleri titriyor, damarları çekiliyor hislerimizin, aklımız kör bu anda.
Ve her şey olup bittikten, bir sevdayı en çıplak hâliyle itiraf edebildikten sonra, hadi yine giyelim bizi biz olmaktan alıkoyan her şeyi. Ben çıkayım odadan, utanmayasın giyinirken.
Hadi şimdi olmamış sayalım her şeyi. Nasılsa giydin yine giysilerini. Zamanı yeniden başlatıyorum izninle. Zor bir deneyimdi, kabul ediyorum. İstersen kahve yapayım sana. Yarıya kadar doldurayım bardağı, eğer istersen.
Dostum, seni seviyorum…

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Beyitler (2)

3
Bilmesem ki gözlerinde erir zaman
Dilemezdim ondan en küçük bir aman…

4
Aşkın miracı denen güne eş
Dünyaya geldiğin gün doğdu güneş…

5
Seni dağılmış bir tespih sandıktı
Anladık ki ruhun, açılmamış bir sandıktı…


Beyitler (1) için : http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/05/beyitler-1.html

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Arayış

Bir takvim yaprağı gibi arıyorum seni
Hani tarihini bilmeyip de
Önemli bir gün olduğunu düşünüp sakladığımız
Yahut garip anlamlar yüklediğimiz…
Zamansız düşmüş
Bir takvim yaprağı gibi arıyorum seni
Bulmam neyi değiştirir ki?

Bir türkü gibi arıyorum seni
Hani cızırtılı radyo günlerinden kalma
Başını bir türlü hatırlayamadığımız
Yahut nakaratının en güzel yerinde takıldığımız…
Yalnızlıktan dem vuran
Bir türkü gibi arıyorum seni
Bulmam neyi değiştirir ki?

Mutlu günlerim gibi arıyorum seni
Hani hayal meyal hatırladığımız
Çoğunlukla babaannem ve okul kokan
Yahut bir öpücükten ibaret aşklarımıza dair…
Artık geri gelmeyecek olan
Mutlu günlerim gibi arıyorum seni
Bulmam neyi değiştirir ki?

En heyecanlı yerinde yarım kalmış
Bir romanın kahramanlarıyız şimdi
Ölmem neyi değiştirir ki?

----------

Bu şiiri, Sacit Onan'ın sesinden dinlemek için:
http://rapidshare.com/files/5061343/01_Voice-Over_Demo.mp3.html

Not : Şiir bana, Özgür Kınay'a aitiir. Yorumladığı için üstada teşekkürlerimi sunarım.

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Mahrem

Ajanslar yağmurdan haber veriyor
Benim kollarımda yağmur damlası
Ama nasıl güzel, nasıl alımlı
Dizleri dizlerime değiyor
Hem sade dizleri mi, değil elbet!
Lakin sözüm var, anlatamam size…

Güneş açtı
Ağladım…

Salı, Kasım 14, 2006

Yer

Bir yer vardır hani. Çekingen ve ürkek sevda sözlerinin hep sonralara ertelendiği yerle, cümlelerin “artık” diye başladığı yerin tam ortasında. İşte sen benim tam oramsın. İşte şimdi oram acıyor.
Oram acıyınca anlıyorum ki bir oram var.
(Bu işte bir terslik olduğu belliydi. Kaç zamandır şüpheleniyordum zaten: Birden büyümedim ben!)
Erkek yanlarım acıyor, bilemezsin. Elime yapışıyor hislerim, kanla yıkıyorum içimde ne varsa.
Sonra sardunyamsı bir hâl alıyor düşlerim. Hem de katmerli, şarap kıvamında…

Salı, Kasım 07, 2006

Git

Kendini de al git. Ama öyle sessiz, öyle sakin, öyle yapmacık veda sözlerini katıp da yoluna. Sanki seninle pek sıradan bir tramvay durağında sözleşmiş gibi. Sanki bana “Sen git, ben hemen geliyorum” demişsin gibi. Git kendini bana bırakmadan…
Kelimeleri de al git. Yeni sözler söylemek gerek artık. Başka şehirlerden başka diyarlara. Sadece formu değişiyor sevdanın. Yoksa biz aynı biz, dünya aynı dünya ve her dem bir yanı kanayan baştan kabul sevgimiz…
Sesini de al git. Bana bırakırsan aklım almaz, içim kaldırmaz, nefesime sığmaz. Dudaklarını dışa bükerek söylediğin sözler büyür bir yanımda. Bir yanım öksüz kalır bırakırsan. O yanım da sen olursun bir ihtimal, dayanamam.
Saçlarını da al git. Ama almışken bin bir rengini koyup da çantana. Olur ya bir çiçekten, bir denizden, bir gökyüzünden, bir ağaçtan, bir geceden ilişirse gözüme renklerin, üzülürüm, çok kötü olurum, bildiğin gibi değil olurum. Çok şey düştü gözümden, hepten yok olurum.
Git hadi bakma öyle. Beşinci sınıf şarkılardaki gibi son anda “Gitme” diyecek hâlim yok, ben o hakkımı çoktan tükettim, belki de boşa harcadım, özür dilerim.
Git ki bir dönüş edin kendine…

Çarşamba, Kasım 01, 2006

Yılmaz Güney'e

Yılmaz’dan Esinlenme – 1

Şehirlerden İstanbul olmasaydı
Yada bir gök başımızın üstünde
Ne farkı kalırdı
Gurbetliğin
Mahpusluktan ?..



Yılmaz’dan Esinlenme – 2

Bir kadın
Güzel mi güzel
Bir adam
Çirkin mi çirkin

Kadın sevdi adamı
Kadın güzelleştirdi adamı

Adam intihar etti
Ödeştiler…

Pazartesi, Ekim 23, 2006

Fal

Bir şehri bu kadar sevmemeli insan
Yol çıkmayan kahve falı mı olurmuş?

Salı, Ekim 17, 2006

Zoraki Sonbahar Şiiri

Bu yağdı yağmadı havalarını
Sevdim bir tek
Sonbaharın
Ve alıp götürmesin diye rüzgar
Küçükken pencere önüne dizdiğim
Bayat ekmekleri,
Başında tuttuğum nöbetleri hatırlatan
Bir armağan edasıyla baktım
Çocukluğumdaki pencereden…

Peki neden hâlâ
Ölümü anlatır bu mevsim?
Ve ayrılığı elbet…

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Çocuk

Şimdi seni bıraktığım yerdeyim. Giderken ağlıyordun, ne olur hatırla. Hatırlaman lazım, yoksa ben ne yaparım?
İki sene önce işte tam burada, loş bir gaz lambası ışığında yüzünü boyayan kız, sen değil miydin sahi o?
Doğmamış çocuklarımın anası gibi bir hâlin kalmış aklımda; zaten hiç sevmemiştin onları, ne olur sen de anımsa.
Çocuğum olursa, demiştin; adını Duru koy, demiştim. Bir soyadın ikiye bölündüğü anlardan biriydi sanırım, takvimleri atma.
Çocuğun olmuş sevgilim, bir ana kucağı koynunda. Oysa sen değil miydin beni emziren körpe kız soluğunla?
Bir gün gelir saçlarını okşarım kızının. Çünkü ben çocuk hâlimizle bir oyuncağı paylaşırken senin gözlerine bakmaktaydım.
Benim çocuğum olabilirdi kucağındaki. Zira bir aşkın yolda kıyısından koparılmış hâliyle kaderler değişebiliyor. Biz yapamadık, geç kaldım sana, bağışla.
Karşı yola geçerken anasının elinden tutan isimsiz çocuk! Bil ki seni bile öyle şefkatle tutmadı o eller…

----------

Kadınım

Söz: Sezen Aksu
Müzik: Uzay Heparı
Seslendiren : Levent Yüksel

Sana dargınım kırgınım sana kızgınım
Haksızlık vefasızlık bu
Bu herşeyi inkar eden duygu
Ne acı yazık

Hiç üzülmedin mi düşünmedin mi halimi
Hiç mi sızlamadı için
Bir tek iz bile yok mu benden
Ne acı yazık

Kadınım söyle sen mutlu oldun mu
Bu deli adamı unuttun mu
Sevdin mi gerçekten ah seviştin mi
Söyle onları da öptün mü



http://www.hemenpaylas.com/download/1845758/leventyuksel_-_kadinim.mp3.html

Cuma, Ekim 06, 2006

Bu

Nereye baksam
Bu unutulmuş kiler artıkları
Bu sahipsiz vesikalar
Bu ayrıntılar
Ayrıntılar ki sen gittikten sonra
Aslolurlar…

Nereye gitsem
Bu senden kalma camekanlar
Bu sahaf kokusu sinmişliği
Bu her şeyden beter yarım kalmışlıklar
Yarım kalmışlıklar ki sen gittikten sonra
Acıtırlar…

Neye dokunsam
Bu boğucu yaz sıcağı
Bu öpüşmelerimizden sebep rutubet
Bu katmerli sardunyalar
Sardunyalar ki sen gittikten sonra
Mahvolurlar…

Bir de bu var
Bu şiir
Nereye baksam
Nereye gitsem
Neye dokunsam
Bir de bu var
Bu şiir
Bir de sen varsın sahi
Bütün güzelliğinle
Bu da var…

Pazar, Ekim 01, 2006

Sardunya

Çiçek olur
Bitkiler sevişince
Öpüşünce ağaçlar
Adını meyve koyarlar
Ve bu yüzden
Pembeli sardunya
En güzel çocuğudur
Tabiat ananın...

Salı, Eylül 26, 2006

Yaz Gecesi Rüyası

Sen hiç sensiz kalmadın ki
Sensiz uyumadın boş odalarda

Pek çok şey söylenebilir bu söz üstüne
Çekmecenin üstünde bir rapsodi
(mesela)

Belki Babilli kadının aşk şiiri
Bir Sümer tanrısı
Mısır’da bir firavun belki
(mutlaka birini sevmiştir kadınlarından)

Adem Havva’yı rızası ile mi sevdi
Elmanın içinde Ezop’un kurdu
(mesela)

Gelelim edebiyat öğretmenim Yunus’a
Hatta onu da geçip bir mutasavvıfa
Madem öyle, bir divan şairine pekala
(çile bülbülüm çile)

Nereye gitsem bana dönüyor yakamoz
Denizin üstünde Acem bir aruz
(mesela)

Sonra efendime söyleyeyim
Belediye çukuruna kapı komşu bir garip
Ve çokça sevişen bir yeni kitap yanında
(kitap kapağında sigara içiyor yeşil)

Rengarenk bir masa örtüsü bana bakıyor
Renklerin üstünde kan mavisi
(mesela)

Ve en nihayet geldik bize
Çiçekleri tezgahta seven
Biz metropol çocukları
(yol kenarlarında bir de)

Bilenler bilir kaç bin yıldır aynı türkü
Katmerin içinde bir cumartesi
(mesela)

Sen hiç sensiz kalmadın ki
Sensiz uyumadın boş odalarda

Yazık oldu güzelim söze
Kısmet başka şiire

Perşembe, Eylül 21, 2006

SS & Uzay Röportajı

Uzun zamandır kendimi anlatmak istiyordum içtenliğimle. Fikirlerimi, yazılarımı, yazmaya bakışımı, sanata bakışımı, içimdekileri, dışımdakileri vs... Yazılarımı takip ederek ve yorumlayarak beni mutlu eden okuyucularımdan sık sık bu yönde sorular geliyordu. Derken bir blogda röportaj gördüm ve ben de aynısını yapmaya karar verdim.
Peki bunu en iyi kim yapabilirdi? Tabi ki Uzay!
Peki bunu en iyi nerede yapabilirdi? Tabi ki mehtaplı bir gece, deniz kenarında.
Uzay benim için çok değerlidir. Çocukluk arkadaşımdır, birlikte çok oyunlar oynamışlığımız vardır. Tabi 20 yaşında iken gecenin ikisinde bisiklete binip top koşturduğumuz da olmuştur.
Ama onu benim için farklı kılan şeylerden biri de özleme şeklidir. Onu özlersiniz ama içinize çok batmaz, Uzay'ın kendisi gibi köşesizdir onu özlemek. Fakat onu görünce, görüşünce bir anda onu özlediğinizi anlarsınız ve canınız yanar bu özleme sebep verdiğiniz için. Kısacası kaybedince anlarsınız onu özlemenin ne demek olduğunu.
Canım arkadaşım, güzel dostum, ablasına abla dediğim insan...
Buyrun efendim, Uzay'ın kalemiyle karşınızda ben, Sevda Sözleri.


Uzay: Sevda Sözleri yaşananlara hayal katılmış sözler mi?

SS: Birçoğu, yaşanmış şeylerin biraz yoğrularak ve okuyucuya uygun hâle getirilerek yazılmış şekli; ama hiç yaşanmamış şeyler de çıkabiliyor bazen
yada olayları değil de durumları anlatan yazılar var.


Uzay: Nasıl durumlar?

SS: Mesela pembeli sardunyanın duruşundan çıkan durumlar.


Uzay: Demek sözler bir nesneden de oluşabiliyor?

SS: Şair her zaman için görmek zorundadır. Bakmakla yetinemez ve diğer insanlar gibi göremez. Farklı bakmalı ve görmelidir bazen gördüklerini yazar, yaşadıklarını değil.


Uzay: Fotoğrafçı gibi herkesin gördüğünü kendi gözünden verir ve o değişiktir.

SS: Hayır, fotoğrafçıdan daha farklı.


Uzay: Ne gibi?

SS: Fotoğrafçı pembe bir sardunyayı mavi gösteremez. Ama şair bunu yapabilir.
Fotoğrafçı size sadece düşünce üretmeniz için malzeme verir. Ama şair tam tersine düşünceyi verir ve siz onu kendi içinizdeki malzemeyle bütünleştirirsiniz.


Uzay: Hiç bir fotoğraftan esinlenip bir şeyler yazdığın oldu mu?

SS: Birçok örnek aldığım şairin fotoğraf üstüne yazılmış şiirleri var; ama kendimden hatırlamıyorum hiç


Uzay: Örnek aldıkların kimler?

SS: Mesela Orhan Veli, Melih Cevdet, Cahit Sıtkı, Cemal Süreya…


Uzay: Bu kadar çok örnek varken, neden Cemal Süreya'nın “Sevda Sözleri” isim oldu bu bloga?

SS: Cemal Süreya'nın aşk + erotizm + politizm üçlemesini beğenirim… Hem bunun dışında ustaya bir saygı duruşu olsun istedim, hem de konsepte uygundu, yani içeriği yansıtıyordu. Nahif bir havası var blogum gibi…


Uzay: Senin bakışın nasıl? Politizm var mı sözlerinde? Aşk ne kadar? Ya erotizm?

SS: Normal hayatta politikayla ilgili olsam da politizm 2-3 şiirimde ve ucundan kenarından, göndermelerle var, ince göndermeler. Aşk zaten sınırsız; erotizm, aşkın tutku kısmı olduğundan onun bir parçası ve bende çokça var.


Uzay: bunu sınırlarını sen mi belirliyorsun?

SS: Bu doğaçlama oluşan bir şey. Yani çok aşıksanız çok aşk çıkıyor, tutkulu iseniz erotizm dökülüyor. Her şiir kendi doğası gereği o sınırı kendisi çiziyor yani.


Uzay: Peki hep Sevda Sözleri mi var? Hiç ayrılıktan, ihanetten bahsetmiyor mu sözlerin?

SS: Hiç ihanet etmedim ve ihanete uğramadım, ondan dolayı ihanet bulamazsınız
zaten ihanet olmuşsa "sevda" değildir ve blogumda ona yer yoktur! Ama ayrılık… Ayrılık çetrefilli konu, elini veren kolunu kurtaramaz.


Uzay: Ayrılık dedin de senin yazılarında ben hep şunu görüyorum: Bu sözler hep geride kalanın sözleri. Hiç giden bir şeyler söylemiyor, neden?

SS: Demek ki ben kalan olmuşum genelde. Ya da kalanın durumu daha trajik geliyor bana, kim bilir…


Uzay: Bu verdiğin ara faydalı oldu mu? Yeni şeyler yazabildin mi?

SS: Çok değil maalesef. Bazen yazmam gerek deyip yazabiliyorum; ama bu sefer öyle bir sıkıntıya sokmadım kendimi. Az yazı yazabildim ama çok gözlemledim, çok biriktirdim.


Uzay: Bu birikimler nasıl söze dönüşüyor peki? Belli durumların var mı? İlla sessizlik olsun, deniz kenarı olsun gibi… Yoksa bir anda gelebiliyor mu sözler?

SS:Yoo hayır. Aklıma bir cümle geliyor bazen, sonra onu düşünüyorum, kafama takılıyor, beni rahatsız ediyor kendince. Sonra çoğalıyor ve iyice içime sığamaz hâle gelince atıyor kendini dışarı. Bu doğal bir süreç, buna müdahale edilemez bence; ama bir oturuşta yazdığım yazılar da yok değil.


Uzay: Bir oturuşta yazdıkların çoğunlukta mı peki?

SS: Sanırım neredeyse yarı yarıya.


Uzay: Yazmaya böyle sevdalıyken neden ilk önce bir blogla insanlara ulaşma çabası? İnsan tepkilerini ölçme diyebilir miyiz buna? Bir yayın evine de gidebilirdin mesela?

SS: Kendimi henüz insanların evlerine girecek yeterlilikte görmüyorum. kitabın manevi bir değeri vardır duruşuyla, kütüphanede kapladığı yerle… Evde öylece otururken gözünüze çarpar ve okumaya başlarsınız mesela; para verip alırsınız ayrıca. Henüz bu durum haddime değilmiş gibi geliyor. İnsanların beklentilerini karşılama meselesi.


Uzay: Nedir Beklentileri?

SS: Öncelikle tanınmış bir şair olmayı kaldırabilecek olgunluğa gelmek gerekiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi bir kitaptan beklediğiniz şeyler, maddi – manevi…


Uzay: Hazır olup olmadığına neye göre karar vereceksin?

SS: İşte bunu bilmiyorum. Sanırım bir yayınevi editörü bana "sen hazırsın" demeli.


Uzay: Keşfedilmeyi bekliyorsun yani?

SS: Öyle de denilebilir. Eskiden önce sanatçı olunurdu, eğer iyiysen ünlü olurdun, ünlü sanatçı. Oysa şimdi tam tersi oldu. Önce ünlü olman gerek sanatçı olmak için.
Açıkçası bu pis durumun içinde yer almak istemiyorum.


Uzay: Ama sonuçta insanlar okusun diye yazıyorsun. Yer almak zorundasın

SS: Evet ama ünlü değilim şu an, değil mi? Sanatçı olmaya iyice yaklaşınca ünlü de olurum. Ayrıca önemli olan yayınevi kitaplarına değil, ders kitaplarına girebilmek…


Uzay: Hemen bir kitap yayınlayarak ünlü olabileceğine inanıyor musun?

SS: Yayınevleri isterlerse ünlü yapabilirler. Ama Türkiye'de en zor ünlü olanlar kitap yazarları sanırım. Yine de henüz hazır değilken ünlü olma ihtimali beni rahatsız ediyor.


Uzay: Bu rahatsızlık bir tür korku mu?

SS: Belki de öyle. Yani mahcup olma korkusu belki. Ama bence okuyucuya saygı bunun adı.


Uzay: Benim söylemek istediğim korku "tanındıkça bazı duyguları kaybetme korkusu".

SS: Yok, hayır, bunun olacağını sanmıyorum. Ne kadar ünlü olsak da, düz tabirle "kendimizi bozmayız" biz. Yine aynı hissederiz ve hissettiğimizi yazarız. Aydın’ın veya Seda Sayan’ın sabah programında şiir okumayız bazıları gibi… (Burada gülüyor.)


Uzay: İlerde bir kitap çıkacaksa eğer bunun türü ne olur?

SS: Düzyazı ve şiir karışık olur. Hatta tam olarak karışmış olur, yani bölüm bölüm ayrılmaz. Ama bu benim işim değil. Buna yayınevi karar verir. Ben onlara sadece kitap için malzemeyi vermekle yükümlüyüm.


Uzay: Bir okuyucun olarak bana bu fikrin çok yanlış geliyor… Her şeyiyle senin olmalı o kitap.

SS: Herkes doğru ve iyi bildiği işi yapmalı. Ben yazı yazmayı biliyorum, benim işim bu; editörün işi de editörlük. En iyisini o bilir. Nasıl ki ben şimdi çıkıp inşaat mühendisliği konusunda ahkâm kesemezsem, o konuda da işi uzmanına bırakmak daha uygun gibi geliyor bana.


Uzay: Tabi ki ama senin fikrin doğrultusunda yapılmalı bence… Sonuçta o kitap senin ve senin okuyucunun kitabı olacak.

SS: Fikrime danışılır tabi.


Uzay: İlk sözlerini düşününce şu an nerdesin?

SS: Umut vadeden bir yerdeyim. Yavaş yavaş insanların kalbindeyim. Bir okuyucum yazdığım bir şiiri görünce hemen kız arkadaşına SMS atmış çok beğenip. Benim için en büyük ölçü budur. Ama bunun daha ileri bir adımı var: "insanların benim şiirlerimle aşık olması".


Uzay: yani senin şiirlerinde kendi aşklarını mı bulsunlar istiyorsun?

SS: Hayır. Mesela Attila İlhan’ın şiirlerinde çok olur bu. Sevdiğini eve bırakmışsın, vapurla dönüyorsundur, bir şiirini okursun onun ve aşık olursun sevdiğine. Sonra ona da okursun o şiiri. İnsanı aşık etmeli şiir, içindeki aşka dokunmalı, kalbine dokunmalı…


Uzay: Yazdıklarını göz önünde bulundurduğumuzda bize öğretilen sanat akımlarını hangisine yakın senin durusun?

SS: Aslında Garip'le başladım diyebilirim. Ama sonra etkilendiklerimin arasına ikinci yeniler de girince ve tam o dönemde özgünleşmeye başlayınca sanatsal tepki ile birlikte, değişen şartlara ve geçen zamana göre ayrıldım diyebilirim. Ben kendimce post-modern arabesk diyebilirim buna! Söylemesi komik, zaten biraz da nükteli bir isim, şiirlerimdeki nükteler gibi. Ama durum budur. Zaten oryantalist bir toplumdayız, ben de arabesk dinliyorum ve buralardan besleniyorum.


Uzay: Sevda Sözleri yeni bir akımın başlangıcı mı oluyor?

SS: Bu çok ağır bir iddia olur. Kolay bir şey değil bu.


Uzay: Popüler kültürde post-modern arabeske yakın isimler görüyor musun ?

SS: Zor bir soru oldu. (Burada gülüyor) Aslında biraz iddialı olabilir ama Sezen Aksu diyeceğim. Şair olarak da Cemal Safi içerik olarak post-modern arabesktir bence; ama şekilci olduğu için bu kategoriye almak zor.


Uzay: Post-modern arabesk şekilci yazıya karşı mı?

SS: Modern olmak istiyorsanız sanatta da moderniteyi takip etmelisiniz. Gelişime karşı durmamalısınız. Edebiyatı geriye değil ileri taşımalısınız. Ben karşıyım şahsen şekle. Ama Cemal Safi okurken de çok hoşuma gidiyor bazen.


Uzay: Ne zaman şiir okursun?

SS: Özel bir zaman yok, her zaman okurum.


Uzay: Yazdığın bir şiir bir gün bestelenmek istenilse; buna izin verir misin?

SS: Tabi ki, çok da hoşuma gider; ama şiirlerim bestelenmeye pek uygun olmaz sanırım.


Uzay: peki kim yapmalı bunu?

SS: Hmm, yani “Kim yapsın” dersen, soru o ise: Sezen Aksu bestelesin, Müslüm Gürses okusun, Ferhat Göçer vokal yapsın derim. (Burada birlikte gülüyoruz.)


Uzay: "Şiirlerim bestelenmeye pek uygun olmaz sanırım" dedin. Madem Sezen Aksu da post-modern arabeske ve bütün milletin sevdasına ortak neden sen de olmayasın ki?

SS: Yani şekil olarak sanki melodiye uymaya, prozodiye uygun değil gibi geliyor yazdıklarım. Şekil yapısı olarak çok dağınık.


Uzay: Bir gün yapılırsa eğer o zaman anlayabileceğiz bunu…

SS: Bakalım, göreceğiz.


Uzay: Son olarak: Aşk nedir?

SS: İnsandır! Çünkü bence insan düşünen bir hayvan değildir. İnsan, aşık olabilen bir düşüngendir.


Uzay: Aşkın belirli ayrımları var mıdır sence?

SS: Aşkta tutku olmalıdır bence. Yani "seks yapmak" ile "sevişmek" arasındaki fark gibi. Yani “kız arkadaşım” demekle “sevgilim” demek arasındaki fark gibi.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Başlıyoruz

Söylenmesi Muhtemel Sevda Sözleri, 22 Eylül 2006 Cuma günü yayınlanacak olan Uzay & SS ropörtajı ile sezonu açıyor. Bekleyen beklemeyen herkese duyurulur.
Bana yorum yazan kişilere belirtilen tarihte mail atacağım; ama tarama sırasında gözümden kaçan olabilir. Mail adreslerini bildirirlerse böyle bir sorun olmaz. Atladıklarımdan peşinen özür dilerim.

ozgurkinay@gmail.com

Cuma, Temmuz 07, 2006

Sevda Sözleri Nostaljisi

Hep bu tatil zamanını bekledim bunun için. Ne için mi?
Henüz daha okuyucu kitlem oluşmamışken, günlük ortalama 15-20 ziyaretçi alırken yazdığım yazıların deyim yerindeyse güme gitmesinden şikayetçiydim.
Şimdi bu yazılardan en sevdiğim 6 tanesini yazıyorum alta linkleri ile. Buyrun bakın, üşenmeyen en beğendiği hangisiyse eli değmişken belirtsin :)

Seni Özledim
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/03/seni-zledim.html

Cümleci Geldi Hanım
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/03/cmleci-geldi-hanm.html

Rica
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/03/rica.html

Mutlu Ol
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/03/mutlu-ol.html

Sağol
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/04/saol.html

Yağmurlu Şehrin Kına Gecesi
http://sevdasozleri.blogspot.com/2006/04/yamurlu-ehrin-kna-gecesi.html

Çarşamba, Haziran 28, 2006

Adamın Ölümü

“Ama”dan sonra gelen bir
“Ben de” ile son verdi yaşamına

Bir tebessüm aktı yanaklarından
Kadınlarından ve çocuklarından.
Hayatı bir suyun suretine yazdığına mı
Yoksa istediği gibi bir sonbahar akşamüstü
Ölemediğine mi üzüldü, nedir
Kimse bilemedi son sözünü
Hoş, söylemedi de belki…

Yaşarken de, severken de, ölürken de yalnızdı
Okumayın bu şiiri…

----------
Adam öldüğüne göre: Sevda Sözleri rumuzlu Özgür Kınay, şehir dışında olacağından 9 gün kapalıyız :)

Pazar, Haziran 25, 2006

Adamın Problemi

Soru:
Cüzdanındaki tek şey
Kokoreççiden alınmış
Yırtık bir para üstü ise
O yırtık para üstü ile
Gecenin bir yarısı
Ne yapılabilir?

Cevap:
Aşık olunabilir, misal

Sağlaması hata veriyor cevabın
Okumayın bu şiiri…

Perşembe, Haziran 22, 2006

Adamın Kabahati

Güzel cümleleri olan
Güzel çocuklardık biz
Baktıkça yüzün olurdu
Konuştukça gözlerin
Kimi zaman mecazdın sohbetlerde
Çoğu zaman büyüleyici tezat…

Ve şimdi bu söz sanatının orta yerinde
Desem ki sana: Neden bu yolculuk?
Farkındayım, haksızlık olur
Zira kabahatin çoğu bizde, amenna!
Fakat bir şey eksik, çok belli
Eski bir mevsim saklı yağmurunda…

Sokak lambasını anlat, demişti oysa
Okumayın bu şiiri…

Pazar, Haziran 18, 2006

Adamın Eksiği

Sen,
Çocuk gibi hür
Anne gibi vakur
Ve el yazması gibi
Nakış.
Ben,
Çocuk gibi vakur
Anne gibi hür
Ve nakkaş gibi
Özgür.

Biz,
Biraz çocuk
Biraz anne
Biraz nakış
Biraz nakkaş
Ve çokça
Sandığından çıkmamış
Bembeyaz gelinlik.

İki mısrası eksik kaldı
Okumayın bu şiiri....

Perşembe, Haziran 15, 2006

Adamın Bedduası

Nerden bilirdim
Ben uyurken bu şehrin
Bembeyaz giyinip de kış günü
Bana mısralar biriktirdiğini…

Yarım kaldı bedduam
Okumayın bu şiiri…

Pazartesi, Haziran 12, 2006

Adamın Şiirleri

Adamın Şiirleri, beş şiirden oluşan bir seridir. Bir kadın için ve o kadının isteği üzerine yazılmış, yaşanmışlıklar ve hikayeler üzerine kurulu bir mısra kalabalığıdır.
Sevda Sözleri, Adamın Şiirleri serisinin yayımından sonra yaz tatiline girecektir.
Sonbaharda kaldığımız yerden devam etmek üzere.

Yağmur Damlası'na...

Perşembe, Haziran 08, 2006

Başlıksız

Kısa cümleler kurmak istiyorum bugün. Uzun ve süslü edebiyat cümleleri de kurabilirim. Yaparım bunu, biliyorum. Ama bugün sade olmak istiyorum. Seninle konuştuğum 3 dakika 46 saniye gibi. Öylesine söylenmiş sözlerle anlatmak istiyorum aşkı. Satır başı yapmak da istemiyorum. Böyle tek parça hâlinde akıp gitsin her şey. Okuyan anlıyor zaten bu cümleleri. Öyle kasmaya gerek yok. Senin gibi duru bir hayat istiyorum. Huzur istiyorum. Rahat istiyorum. Bir yerlere yetişmeyi isterdim eskiden şimdi… Bu cümleyi yarıda kesiyorum. Çünkü kesmezsem uzun olacak. Oysa ben uzun cümleler istemiyorum. Saçların gibi tekdüze olsun bu yazı. Gölge de yakışıyordu sana. Ama ben en çok her hâlini sevdim saçının. Böyle süslü cümleler kurmak istemiyorum. Ama dayanamadım işte yine yaptım. En çok her hâli sevilmez bir kere. Anlatım bozukluğu işte. Evet, şimdi karar verdim. Bugün anlatım bozukluğu yapmak istiyorum. Bu yazı bana yakışmadı, farkındayım. Artık beni okumayabilir insanlar. Ama ben okunmak istemiyorum. Ben sana yazmak istiyorum sadece. Yalnızca yazmak. Bir gün ileriki medeniyetler bulsun bu yazdıklarımı. 21.yüzyıla ait bir edebi eser falan sansınlar. Müzeye koysunlar. Beni de hep böyle yazılar yazan bir adam sansınlar. Yalnızca ikimiz bilelim içimdeki satırları. Bugün canım yanlış bilinmek istiyor. Yanlış tanınmak istiyorum herkes tarafından. Yanlış anlaşılmak istiyorum. Sana verebilecek çok şeyim kalmadı. O yüzden bugün senden almak istiyorum mesela. Bana güzel bir şey söyle. Öyle bir şey söyle ki… Bu cümleyi yarıda kesiyorum. Çünkü çok güzel tamamlayabilirim. Herkes yorum yapabilir üstüne. Okuyanları düşüncelere salabilirim. Cümlenin ağırlığı ezebilir çok kişiyi. Ama ben satır arasında bir adam olmak istiyorum bugün. Bu cümle uzun oldu. Ama dönüp düzeltmek istemiyorum. Yanlış yapmak istiyorum. Hem de bile bile yanlış yapmak. Sonra da en yüzsüz hâlimle düzeltmemek. Bugün aşık olmak istemiyorum.
satır başı - Seni seviyorum.

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Rutubet

Dudaklarındaki yağmurlarda sönen
Bir yangın yeri yüreğim
Ve küllerimi bıraktığım yer
En derin köşesi
Ağzındaki rutubetin…

Perşembe, Haziran 01, 2006

Onur İçin

Aşka nefes nefese koşan
Yılgın ve serseri bir akşamın orta yerinde
Aynı çocukluğu kaldırımlara
Birlikte bıraktık
Ve anı defteri kısmına mozolenin
Masum soluklarımızı
Ve yahut kardeş payı sigaralarımızı
Yazdık
Ayıp olmasın diye İstanbul’a…

----------
Onur kardeşime, Zimbab'a selam olsun...

Salı, Mayıs 30, 2006

Ölüyorum

Bu gece vakti
Bu mayıs sıcağında
Şarkılar dinliyorum yalnız
Şarkılar ki gülüm
Boyumdan büyük arabesk
Şarkılar ki gülüm
Benden sana söz olsun…

Bu saatlerin sonu intihar
Bu sigara da biter biliyorum
Hayat durduğum yerde değil gülüm
Fikrimden bakıyorum zamana
Hayat sen gibi değil gülüm
İsteyince almıyor başa…

Herkesten saklayarak içimdeki seni
Ölüyorum bu saatler gülüm
Kalanlarımdan aşk yapsın çocuklar
Kimsenin bilmediği bir masal
Ölüyorum gülüm, büyüyorum…

Cuma, Mayıs 26, 2006

Rüyadan

Mutlaka söyleyecek bir şeylerim vardı sana. Hiçbir zaman “Merhaba” diyip de geçemedim yanından. Sana cümleler biriktirdim, kelimeler türettim, büyük ve küçük aşk uyumlarına dikkat ederek ve iki ünsüzü yan yana getirmeksizin.
Cümlelerin büyüklüğüne inat, küçük ve pembe panjurlu bir aşk peşinde koştuk, hadi kandırmayalım birbirimizi. Eski bir İstanbul mahallesinin peşinden giderken de pekâlâ büyük sözler edilebilirdi, ikimiz de bunu gördük. Küçük yaşamlara sığınıp kendi yağıyla kavrulabilirdi yüreklerimiz.
Kaldı ki benim büyük cümlelerim hiçbir zaman adres aramadı, farkındayım. Senin bozguncu kelimelerin de pek iş bilir sayılmazdı hani. Ortalığa dökecek olsak şimdi söylenen her şeyi, kim bilir neyi çekip alırdın “Bu benim” diyerek…
Sevgilim,
Bu gece rüyama gelirken izin almadın biliyorsun. Hazırlıksız yakalandım yada öyle istedim kim bilir. Sana dokunamıyorum, kızma. “Sarıl” derken bana en masum hâlinle, yapamıyorum, özür dilerim; yatağımda ıslanırken gözlerim gözlerine bakamıyorum.
Belki çocuğun oldu, bilmiyorum…

----------

Yastayım

Seslendiren : Ferhat Göçer
Söz : Ercan Saatçi

Yoksun yine varlığım sürünüyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
Kalbim bu acıyı saklıyor

Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm ve sen öldün
Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım ama kimse bilmiyor

Seni son gördüğüm yerde yıllar sonra
O gün geldi yine aklıma
Bu kez bir elimde kızım içimde fırtına
Göçüp gittiğin o yolda

Sen varmışsın gibi gibi her gece ışığı kapatmadım
Gel gör ki ben hala yokluğuna alışamadım
Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor

Bugün doğum günün yanında değilim
Bu yüzden hiç iyi değilim
Yaşlandım artık bıraktığın gibi değilim
Üstelik bir kızım var evliyim

Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek

http://www.hemenpaylas.com/download/800180/ferhat_gocer_-_07_-_Yastayim_2_.mp3.html

Pazartesi, Mayıs 22, 2006

Sözler ki

Sözler ki ağır, sözler ki varoş
Sözler ki bu vakitlerde gecekondu
Gelir yüreğimin kenarına oturur…

Yarısı kış olan bir mevsim bu
Sen bu mevsimin orta yerinde duruyorsun
Fakat sen bu mevsimin orta yerinde çok güzel duruyorsun
Yağmur yağıyor üstüne
Bir bakmışsın renklerden gökkuşağı.

Olur şey değil
Anlatılır şey hiç değil
Yazamıyor insan böyle vakitlerde…

Bir gökyüzü var gözlerinin arkasında
Yalnız ben bilirim bunu, bir ben
Sen de bilsen ama ah nerden bileceksin
Hangi birini bileceksin evvela
Derin sözler edemiyoruz aşka dair.

Gözler ki ateş, gözler ki yangın
Gözler ki bu vakitlerde kan revan
Bir intikam gibi bakar durur içime…

Bitiremediğim şiirler var önümde
Ve geceden güzel bir kadın ki sen
Yalnız laf aramızda çok hain bir gece bu
Ummadık anda satıveriyor yıldızlarını
Hiç yoktan üç beş şiir pahasına.

Mısralar varoş
Mısralar bu vakitlerde gecekondu.
Eyvah sen
Eyvah zabıta!

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Neden Sanat?

Yıllardır süregelen kısır bir tartışma vardır, hani lisede münazara konusu arandığında akla ilk gelenlerden : Sanat için sanat mı, toplum için sanat mı?
Aslında ne kadar klişe olmuşsa da bu tartışma, kökeni bakımından bir sanatçının bütün sanat yaşamına yön verebilecek kadar etkilidir.
Öncelikle tartışmayı yarattığı çakışmadan ele almaya başlarsak: Sanat ve toplum birbirinden bu kadar ayrı mıdır ki bir faaliyet hem sanata hem topluma hizmet edemesin? Bu durumda zaten baştan “toplum için sanat” olgusunu saf dışı bırakmış olmuyor muyuz?
Sanırım bu noktada sorun, dönüp dolaşıp toplumların sanat anlayışına, zenginliğine ve entelektüel seviyesine gelip dayanıyor.
Fakat ele aldığım çerçevede bu, beni ilgilendiren bir sorun değil. Zira benim ilgilendiğim, bu görüşler arasında yaratılan çatışmanın orta yerinde kalan bir sanatçının, hele ki yolun başındaysa, başına gelebileceklerdir.
Sanatçı, kendi kendine bu soruyu sorduğu zaman verdiği cevaba göre mısraları değişmeye başlar. Örnek aldığı, etkilendiği şairler dahi değişir. Değiştikçe kapıldığı seli daha bir benimser. Ve kendini ait olduğu grubun dışından soyutlamaya başlar.
Bazı sanatçılar ise kapıldığı bu selden tam tersi bir çıkış yapar : Tepki doğurur.
Örneğin Orhan Veli diye bir adam çıkar biçime tepki olarak Garip akımını ortaya atar. Ama bu durum asla ve asla şairin diğer akımlarla küsmesini gerektirmez. Onlarla barışık hâlde, kelimelerle duyguları ifade etme adına tek farkın metot olduğunu bilir.
Bu durumda en başa dönersek, tartışmanın temeli çöker. Zira hiçbir zaman toplum, sanattan soyutlanamaz. Global şiirin modern potada eritilerek ulusal şiire dönüşmesi aşamasında kapıldığı selin dışındaki dünyayı görebilen ve buna tepki verebilen şair gerçek şairdir.
Ve tam da bu noktada özgünleşme başlar. Özgünleşme ile birlikte karakterin kelimelere yansıması gelir. Kelimelerle birlikte şair olgunlaşır ve toplumun asli bir ferdi olarak sosyal hayatta yerini alır. Nihayetinde de şair ve sanatı, toplumun içinde büyüyerek toplumsal sanata hizmet eder.
Ben hiçbir zaman bu kararsızlığı yaşamadım. Zira her zaman için bir tepki arayışında oldum. Ancak gördüm ki günümüzde bir tepki arayışı ancak uç teorilere karşı çıkan bir uzlaştırıcı teori ile mümkün olabilecektir. Bu sebepledir ki benim şiirimde Cemal Süreya da vardır, Orhan Veli de…
Düz yazı satırlarının alt alta gelmesi ile oluşturulmuş basit arabesk edebiyatı ile dünya şiirinden soyutlanmış biçimci, kafiyeci, muhafazakâr bir eski edebiyatı arasında doğan ve gelişen bir tepki akımı ile ancak ve ancak hem topluma hem de sanata hizmet edilebilir. Zira bilinmelidir ki sanat toplumu, toplum da sanatı büyütür.
Dünya meselelerine ve sanata karşı kişisel tavrı ile tepkili olabilen her şair, başlı başına özgünleşme ile hem toplum hem de sanat için sanat yapar. Ve işte o zaman sanatçı olur…
----------

Sevda Sözleri rumuzlu Özgür Kınay, 22 Mayıs 2006 Pazartesi tarihine kadar şehir dışında olacağından, geçici olarak kapalıyız :)

Pazar, Mayıs 14, 2006

Suskun Şehri Beklemek

Karanlık bastı mı şehrime
Sesler kaybolur ansızın
Bu şehir susar birden
İnsanlarım susar
Zira alışmamışlardır konuşmaya
Yahut konuşurken düşünmeye

Bu şehirde akşam olur
Güvercinler susar ansızın
Deniz susar
Ayazlar susar bazen
Gece desen senden benden dilsiz
Bir ben beklerim bu şehri
Yorgun aşkların bağıran mısralarıyla
Bir ben beklerim bu şehri
Kimsesiz sabahlar çalmasın diye

Bir de beni bekleyen olsaydı…

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

Beyitler (1)

1
Gülmek, böylesi yakışmasaydı sana
Tanrı bile gülemezdi insana…

2
Senden bir can olsaydım
diyip, adını besmele saydım…

Pazar, Mayıs 07, 2006

Seni Seviyorum

Seni seviyorum,
Bilhassa sesin uzak gelince, yollar aşınca soluğun, tepelerden geçip dağlar delince seni seviyorum. Seni seviyorum bir güvercinin geceyi ters yüz eden soluğu gibi…
Seni seviyorum,
Bir yabancı gibi konuştukça, köşe bucak kaçtıkça içindeki benden, yalan söyledikçe kendine seni seviyorum. Seni seviyorum hileli zarda hep yek gibi…
Seni seviyorum,
Özellikle dönüş saatlerinde yakalayınca, bir adam ölünce gece yarısı, beş parasız eve koşunca seni seviyorum. Seni seviyorum bir tek sana yakışan bahar elbiselerin gibi…
Seni seviyorum,
Hele ki vasıfsız harfler suratıma vurunca, kanayınca içim, canımı yakınca, ağlayınca sebepsiz, bir fısıltının en kalabalık yerine sözlerini katarcasına seni seviyorum. Seni seviyorum sarhoş gecemde ay gibi…
Seni seviyorum,
Senin onu sevdiğin gibi…

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Avare

Hanginiz bilir
Beni mutlu etmesini
Onun kadar
Adını telefon defterimden
Sildiğim dostlar?

Kim anlatabilir ama kim
Dalında taze açmış gonca gülün
Onursuz bir ölmek pahasına
Çingeneye duyduğu aşkı
Kim anlatabilir benden başka?..

Ne ara ispiyon ettiniz beni
Galata'dan sabah dönüşlerimi
Herkes uyuduktan sonra
Eve girişlerimi
Ne ara söylediniz canım kuşlar?

Mutluymuşuz
Güller almışız
Galata'ya dadanmışız
Daha neler neler...

Yok artık daha neler!

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Tütün Ayazı

Karanlıktı…
Gözlerin düştü gözlerime
Bir sigara daha yaktım geceye
Ateşi gözlerinde, dumanı sensizlikte
Kaybolsun diye…

Perşembe, Nisan 27, 2006

Sakın

Gitme, dur!
Rimelin yastığımda kalmış…

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Sağol

Bazen tek bir söz yetiyor bazı şeyleri bitirmeye; ama ya geri kalanlar?
(Çok masum gülüyorsun)
Keşke o bir tek söz her şeyin sonu olabilse, bunu başarabilse. Biliyorum, o da istiyor her şeyin sonu olabilmek gibi bir erdeme ulaşmayı, her şey olmadan önce ve olurken söylenmiş bütün sözlerin üstünde ve hatırlanası bir yer edinmeyi, biliyorum o da istiyor.
(Elbisen çok hoş)
Söylenebilir sözlerin çoğunu tüketmiş biriyim, bunu fark ediyorum ve sen karşımda öyle sadesin ki ağzımdan çıkmıyor, cümlelerimi süsleyemiyorum…
(Gözlük yakışıyordu sana)
Korkuyorum, evet, elinin elime değmesinden korkuyorum; felaketim olur, hissediyorum… Seslerim heyecanlı çıkıyor, bunun da farkındayım, ama ne yapayım, engel olamıyorum. Senden bir kudret bekliyorum, öyle bir şey söyle ki yarılıversin şuracıkta ruhum, sarıp sarmalasın dudağıma kadar gelen heceleri…
(Saçların yine uzun, ne güzel)
Sevgilim,
Şimdi birçok şey yitip gittikten sonra, kazanılmış güneşli günlerden bir sayfa tutuşturuyorum eline. Ağzından dökülen cümlenin asaletine şaşıyorum ve yalnızca şunu söylemeye yetiyor soluğum:
Sen de sağol…

Cuma, Nisan 21, 2006

Muamma

Kıyısında yürüdük hayatın
Kâh suya değdi ayaklarımız
Kâh ıslak kumlara battık
Ve anladık ki dönüp baktığımızda
Ne denizdeydik
Ne karadaydık…

Perşembe, Nisan 20, 2006

Heykel

Heykeller de konuşur sevgilim
Senin kadar güzelse...

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Yirmi Yaşım

Bizim hiç kirpik falımız olmadı seninle
Hiçbir doğum gününü de birlikte kutlamadık
Oysa bir pastanın mumları gibiydik çoğu zaman
Ben üflendikten sonra çöpe atılacak aşklar biriktirdim
Sen benim yandığımdan habersiz bir dilek tuttun
Üflediler, söndüm
Sen benim yandığımdan habersiz
Söndüğümden umarsız…

İyi ki yandım, iyi ki söndüm
Bak, bir dilek paylaştık
Hiç yoktan…

Perşembe, Nisan 13, 2006

Yeditepe İstanbul ( http://yeditepeist.blogspot.com )

http://yeditepeist.blogspot.com

Biliyorum şimdi köşeyi dönüp sabahı zor etmiş hâlde Yusuf’un karşıma çıkma ihtimali yok. Yada Ferhan’ın hikayelerinde soru sorma şansım da yok, biliyorum. Hadi hiç olmadı Havva Ana ile karşılıklı birer bira götürme umudum da suya düştü düşecek. Bir de en önemlisi: gelmiş geçmiş en büyük aşkın haylaz çocuğu Ömer’i de gören olmadı son zamanlarda; başına bir iş mi geldi, diye çıkıp arama imkanım yok, kabul ediyorum.
Düşünüyorum, “Nedendir hayatın yatak altına kaldırdığı hayatlara bu kadar sarılıyorum” diye. Cevabı bulamayan bir adam olarak aslında çok da şaşırmıyorum bu duruma. İnat da etmiyorum. Çünkü biliyorum, bu insanlar bu şehrin bir yerlerinde nefes alıyorlar. Aşık oluyorlar, ağlıyorlar, gülüyorlar, kavga edip, iş arıyorlar…
Biliyorum, Duru’nun güzelliği ona dokunmadığın zaman parlar. Geceye ay doğar, mahalleye Olcay. Ve sonra Ali vardır, kendini bulur siyasi tarih hayatı içinden.
Düşünüyorum, “Ben de bu hayatların parçası olsam” diye. Biçilmiş rollerimiz ve aşklarımız ne kadar da farklıydı oysa. Örneğin mutlaka zengin olmalıydık. Güzel bir aile kurup güzel bir işte çalışmalıydık. Güzel kadınlar sevmeliydik, güzel hayatlar, güzel yerler. Sonra “boşver” diyorum, “Zaten sen hep tahta evleri sevdin cam binalar dururken…”
Ama biliyorum: onlar bir yerlerde mahallenin romanını, Sazanların Tarihi’ni yazıyorlar…

* Yeditepe İstanbul tekrar bölümleri ile hafta içi her gün 17.50’de TRT1’de.

Pazar, Nisan 09, 2006

Kapılar

Herkesin kapıları vardır açılmayan, içinde sandık dolusu hatıralar.
Hatıralar ki yıllarca yüzüne bakmayıp da sandık lekesi olunca üzüldüğümüz. Annemizin arada bir havalandırmak için ulu orta serdiği, ardını görünür ettiği.
Kapıları vardır herkesin, içinde açılmamış kitaplar.
Kitaplar ki fiyatını görünce insanın ruhunu zorlar. Kapağında tanıdık bir ağırlık, içinden dökülen tozların renginde sonbahar.
Kapılar vardır hiç açılmamak üzere kapanmış.
Ve fakat bir gün bir kadın çıkıp gelir. Bir kadın tozu dumana katar, yaşanmış ne varsa ceplerinde kuruyemiş torbası gibi sarkar. Bir kadın gelir, bütün kapıları yıkar, bütün kokuları saçar, bütün tozları ışıkta pus yapar. Duvarların altında kalırsın, bir kadın çıkar.
Bir kadın ki okul kokar, bir kadın ki babaannemin ninnileri içinden beyaz geceliklerle, bir kadın ki çocukluğumun yanağına hınzır bir ben koyar.
Bir kadın ki minicik çocuk, ev bark hayallerine sarıp sarmalamış kendini.
Bir kadın ki ekmek parası peşine düşüp beslenmemin son bisküvisini sattığım, hayatımın ilk mektubunu göz yaşlarıyla ıslatıp büyüklere teslim eden.
Bir kadın ki el kadar kız çocuğu…

Perşembe, Nisan 06, 2006

Yağmurlu Şehrin Kına Gecesi

Bu son yağmurlardır, bilesin
Kar mevsimi başlar yakında
Aralık dedi mi
Gelinliğini giyer bu şehir
Senin gibi süslenir, bezenir
Sanırsın çoktan bahar gelmiş de
Şehir geç kalmış…

Bu son yağmurlardır, bilesin
Sonra ağlamak başlar
Ve sigaramın dumanında tüter gece
Derken sen gelinliğini giyersin
Bir koşturmaca başlar şehirle birlikte
Oysa sevdiğin ben değilimdir
Ve oysa ben seni
Çoktan söz vermişimdir bu şehre…

Bu son yağmurlardır, bilesin
Hayallerim başlar bir yerde
Sen mutlu mesut evindesindir
Bir adam beklersin akşamları, pencerende
O adam ben değilimdir
Üzülürüm, ağlarım
Hayallerim biter o yerde
Bu son yağmurlardır, sevgilim, bilesin
Ve son sevdadır gömdüğüm
Bu şehrin senden arta kalan yerlerine…

Salı, Nisan 04, 2006

Ben

Önce bir mısra gelir aklıma. Ama öylesine sahipsiz ve nereden geldiğine dair en ufak bir kanıt taşımaksızın. Gelir yerleşir yüreğime, beynime…
Sonra her an, her dakika, her saat ve hatta her gün yenileri eklenir bu mısraya. Bir tohumun filizlenip fidana dönmesi gibi büyür. Ve bir zaman sonra kanın çeperlere yaptığı basınç gibi zorlar ruhumu. İçime sığamaz olur.
En sonunda damardan boşalan kan misali mürekkep olup dökülür kağıda…
Kısacası,
Ben şiir yazmam; şiir, bana kendini zorla yazdırır.
Ve çünkü şairlik,
İnsanın kelimelerle savaşıdır…

Perşembe, Mart 30, 2006

Evsiz

Hiçbir zaman evin olmadı senin.
Hoş, olsa da gitmezdin.
Çünkü sen bütün sevişmeleri aceleye getirdin...

Pazartesi, Mart 27, 2006

Mutlu Ol

Bakma bana öyle!
Evet, benim, en afili aşk sözcüklerinin iflah olmaz serserisi. Büyüklerimin komşu çocukları için kullandığı deyimle “kız yüzünden” dersleri bir türlü düzelmeyen de benim. Evet, o şiirleri ben yazdım, bende yalan yok vallahi billahi; sabaha kadar uyumadığım da doğrudur, kan ter içinde uyanıp ağladığım da…
Bakma bana öyle!
Evet, benim eski bir İstanbul mahallesine dair hikayelerden hayatlar kuran. Gecenin bir yarısı kapına dayanan benim, evet. Sana dokunmak için gündüzlerinden vazgeçen de benim, en olmadık şeylerden garip fallar bakan da, kabul ediyorum.
Bakma bana öyle!
Evet, ben söyledim, bizzat ben. Hiçbir baskı altında kalmadan ben. İçimden gelerek söyledim, etini koparıp etime eklediğim anlara inat ben, mısralarımın cümlesine inat ben, uykusuz gecelerime ve sesimin en kötü hâline rağmen sana haykırdığım şarkılara inat ben, çekmecemdeki göz yaşların gibi, üzerine boncuk işlediğin peçeteler gibi ben, radyodan bana istediğin şiir gibi ben, her şeyi göze alarak ve yeni bir hayata başlarcasına, kendim, şahsen söyledim ben.
Bakma bana öyle!
Benim de cümlelerim tükenir bir yerde. Ben de susarım bazen, ben de düşerim. Gitme, diyemedim, kusura bakma. Ben de insanım, ben de güzelce sevmesini bilirim bazen.
Susma bana öyle!
Çünkü seni sevdim. Şimdi olsa yine söylerim:
Mutlu ol…

Cuma, Mart 24, 2006

Emir

Ve neden sonra bir kadın çıkageldi

Dikkat:
İkinci bir emre kadar
Bütün şiirler
Silbaştan!

Perşembe, Mart 23, 2006

Rica

Şimdi bir sevişmenin en erdemli yerinde
Söz söylemek kadar acizdir kelimelerim

Ve şimdi öyle bir yerdeyiz ki artık
Söylenen her söz ziyanlık
Göz kırpmalarımıza bile anlam yüklenmeli şimdi
Şimdi şuracıkta yüzün girmeli hayatıma
Her gülüşünde yeni bir dünya…

Söylediğimiz her söz lügatten düşebilir kaydını
Bir lehçeyi aşındırabiliriz bir sevda takısıyla
Susmak zor, biliyorum, bir söz olmalı buraya yakışan
Arıyorum, bulamıyorum…

Şimdi bir sevişmenin en erdemli yerinde
Söz söylemek kadar acizdir kelimelerim
Zaten gidişine lafım yok, lakin
Hiç değilse kelimeleri götürmeseydin…

Pazar, Mart 19, 2006

Cümleci Geldi Hanım

Cümlelerim var hanım!
Hepsi birbirinden güzel.
Cümleler alıyorum
Cümleler satıyorum
Duyduk duymadık demeyin
Kapanın elinde kalıyor
Cümlelerim…

Cümlelerim var hanım!
Her eve lazım
Al, çocuğunu sevindir
Hiç olmadı
Kızının çeyizine koyarsın
Kocana gösterirsin akşam olunca…

Gel vatandaş gel
Batan geminin cümleleri
Bunlar…

Perşembe, Mart 16, 2006

Gözlerin

Bir an, insanın hayatı bir anda nasıl değişir? Biliyorum, çok farklı çeşitleri olabilir bunun. Örneğin bir anlık dikkatsizliğinin kurbanı olabilir otobüs şoförü. Yada bir Garip gibi belediye çukurunda alabilir soluğu bir anda. Bir anda şansı döner adamın, zarlar gelmez işte, olmayınca olmaz bir anda.
Bir an, insanın hayatı nasıl değişir? Öyle oluverir işte bazen, sebepsiz. Bir çift göz değer mesela hiç ummadığın anda. İşte o andır o, geçen onca zaman boyunca var oluşunun tek sebebi olduğuna kendini birazcık zorlarsan inandırabileceğin bir çift göz değer bedenine. Eksik olduğunu anlarsın o ana kadar. Sanki bir çift bakış koyarlar içine “Al, şimdi oldun işte” der gibi. O dakika, o an, olursun işte…
Bir çift göz nasıl değiştirebilir insanın hayatını?
Gözlerim gözlerine değince, bir an çalar zamandan sevda sözleri, söylenmeden içime akar cümleler, susarım, içime kapatırım çıkmaya çalışan ne varsa. Her şeyi unuturum o andan önce var olan ve bilhassa var olması mümkün olan. O an gelmiştir işte, artık olmuşumdur. Yaşanması beklenen her şey bitivermiştir o an.
Ve sonra, hayatım başlar…

Çarşamba, Mart 15, 2006

Bizimkisi

Öyle bir aşk ki bizimkisi
Hani nasıl desem
Şey gibi
Fakültede öpüştüğümüz ağaç gibi
İşte öyle bir aşk bizimkisi…

Arsız bir aşk bu şüphesiz
Ne ayıp biliyor ne günah
Ummadık anda açıveriyor çekmeceleri
Beni biriktirdiğin bir sandık vardı eski
İşte öyle bir aşk bizimkisi…

Gururlu bir aşk bu malum
Arkasına bakmadan yürüyor
Eski İstanbul tadında hafifmeşrep
Bir ev vardı geceyarısı bulduğum
İşte öyle bir aşk bizimkisi…

Yağmacı bir aşk bu kahretsin
Ne önünde bırakıyor ne arkasında
İçimde kitaplar yanıyor, biri sensin belki
Yada Gülhane’de tramvay yolu sebepsiz
İşte öyle bir aşk bizimkisi…

Sen, ey canıma Süreya sokan kadın
Kızma, üzülme ne olur
Bil ki şimdi yaptığım her şeyde
Altını çiziyorum senle yaşadıklarımın…

Pazartesi, Mart 13, 2006

Tutuklu Aşk

Sevgilim,
Sana bu mektubu, seni ve beni ayıran düzenin başladığı yerden yazıyorum. Bize neyin doğru neyin yanlış olduğunun öğretildiği yerden…
Sana bir türlü soramadım. Cesaret edemedim, vereceğin cevaptan korktum.
Neden mahpushaneye düştün? Düşmek… Aslında ne güzel bir eylem! Çocukken bisikletten düşüşlerim gibi. Annem nasıl da feryat figan yaramı temizlerdi. Oysa ben nasıl da gururluydum. Daha yaram iyileşmeden tekrar koşardım bisikletime.
Nasıl mahpushaneye girdin? Bu da olmadı! Sanki seni almamışlar da sen girmeyi başarmışsın gibi. Oysa insan kendini gökyüzünden mahrum edecek neyi göze alabilir ki?
Mahpushane… Hastane, postane gibi… Yada pastane. Oysa pastanelerde sevgililer öpüşür. Bir kadının askerdeki nişanlısına gönderdiği mektubu taşır postaneler. Ve nedense hiç gitmediğim hâlde severim şifa dağıtır hastaneleri…
Nasıl düştün içeri? Şimdi diyeceksin ki “Biz içerdeyiz de siz dışarıda mısınız sanki?” Haklısın. Bizi bu duvarsız gökyüzünde mahkum ettiler sevgili. Kendimize mahkum ettiler bizi. Zira şairin de dediği gibi aşk iki kişilik ve birinin mahkumiyeti öbürüne intihar sebepleri doğurmak için yetiyor da artıyor bile…
Şimdi, şu anda fikrimin başkentindesin. Senden kurduğum cümleler dolanıyor içimde. Düşlerim oluyor kalbime değdiğin yerde. Aynı gökyüzünü paylaşabilmek; yahut bir denize, hiçbir önem taşımaksızın, öylesine bakıvermek… Kim çaldı hayallerimi?
Eskiden bilmezdim yağmurda ıslanmanın kudretini. Seninle bir yağmurda ıslanabilme ihtimalinden önce yani. Oysa ne senin olduğun yerde yağmur yağar, ne de benim olduğum yerde dört başı mahmur bir aşkın paylaşımları ıslanır. Anlayacağın bende olan sende yok, sende olan ise bendeki hayal kırıklarının asaletinden yoksun. Ve bütün bunlar küçücük şeyleri anlamlı kılmama yetiyor, sevgili.
Bir gün gelecek ve her şey seninle anılacak, biliyorum. Bir güvercinin uçuşunu da bölüşeceğiz, yeri gelecek. Bütün imgelere öz katacaksın en incesinden.
Yollarımız olacak bizim; lakin bir yere varmak için değil, yalnızca gidilmeyi hak ettiği için gidilen yollar ve sadece bilmek isteyenlerin bildiği mekanlarımız olacak. Her şey bizim ve çoğul olacak sevgili, buna inan…
Gelecek güzel günlerin ümidiyle,
Gözlerinden öperim…

Cuma, Mart 10, 2006

Seni Özledim

Evet, şimdi bunu hiç çekinmeden söyleyebiliyorum. Dudaklarını dışa bükerek konuşmanı özledim, koluma sarılıp elma şekeri isteyen çocuk edasıyla günün en küçük telaşlarını değerli kılmanı özledim.
Seni özledim
Aslında ben bunu söylemekten hiç çekinmedim. Üzerime yapışan ve ne yaptıysam atamadığım üvey evladım olan vakarımın kusuruna bakmadan ve arzularımın hiçbirine laf ettirmeden koşturduğum gecelerde arka bahçeye bakan bir pencerenin kenarına kapı komşu cümleler kurdum. Kurduğum cümlelerin hiçbir öğesinden çekinmedim ve zira hiç sözde öznelerim olmadı benim.
Seni özledim
Şimdi, sana kurduğum cümleleri bulut yapıp yolladığım pencerede ve gece yarısı kapısına dayandığım adı cadde olan bir evde yanan benliğimin izlerini devşiriyorum çıkarsızca. Sonrası yok, biliyorum ve belki de bu yüzden bu kadar sarılıyorum.
Seni özledim
Sadece bil istedim…