Perşembe, Eylül 21, 2006

SS & Uzay Röportajı

Uzun zamandır kendimi anlatmak istiyordum içtenliğimle. Fikirlerimi, yazılarımı, yazmaya bakışımı, sanata bakışımı, içimdekileri, dışımdakileri vs... Yazılarımı takip ederek ve yorumlayarak beni mutlu eden okuyucularımdan sık sık bu yönde sorular geliyordu. Derken bir blogda röportaj gördüm ve ben de aynısını yapmaya karar verdim.
Peki bunu en iyi kim yapabilirdi? Tabi ki Uzay!
Peki bunu en iyi nerede yapabilirdi? Tabi ki mehtaplı bir gece, deniz kenarında.
Uzay benim için çok değerlidir. Çocukluk arkadaşımdır, birlikte çok oyunlar oynamışlığımız vardır. Tabi 20 yaşında iken gecenin ikisinde bisiklete binip top koşturduğumuz da olmuştur.
Ama onu benim için farklı kılan şeylerden biri de özleme şeklidir. Onu özlersiniz ama içinize çok batmaz, Uzay'ın kendisi gibi köşesizdir onu özlemek. Fakat onu görünce, görüşünce bir anda onu özlediğinizi anlarsınız ve canınız yanar bu özleme sebep verdiğiniz için. Kısacası kaybedince anlarsınız onu özlemenin ne demek olduğunu.
Canım arkadaşım, güzel dostum, ablasına abla dediğim insan...
Buyrun efendim, Uzay'ın kalemiyle karşınızda ben, Sevda Sözleri.


Uzay: Sevda Sözleri yaşananlara hayal katılmış sözler mi?

SS: Birçoğu, yaşanmış şeylerin biraz yoğrularak ve okuyucuya uygun hâle getirilerek yazılmış şekli; ama hiç yaşanmamış şeyler de çıkabiliyor bazen
yada olayları değil de durumları anlatan yazılar var.


Uzay: Nasıl durumlar?

SS: Mesela pembeli sardunyanın duruşundan çıkan durumlar.


Uzay: Demek sözler bir nesneden de oluşabiliyor?

SS: Şair her zaman için görmek zorundadır. Bakmakla yetinemez ve diğer insanlar gibi göremez. Farklı bakmalı ve görmelidir bazen gördüklerini yazar, yaşadıklarını değil.


Uzay: Fotoğrafçı gibi herkesin gördüğünü kendi gözünden verir ve o değişiktir.

SS: Hayır, fotoğrafçıdan daha farklı.


Uzay: Ne gibi?

SS: Fotoğrafçı pembe bir sardunyayı mavi gösteremez. Ama şair bunu yapabilir.
Fotoğrafçı size sadece düşünce üretmeniz için malzeme verir. Ama şair tam tersine düşünceyi verir ve siz onu kendi içinizdeki malzemeyle bütünleştirirsiniz.


Uzay: Hiç bir fotoğraftan esinlenip bir şeyler yazdığın oldu mu?

SS: Birçok örnek aldığım şairin fotoğraf üstüne yazılmış şiirleri var; ama kendimden hatırlamıyorum hiç


Uzay: Örnek aldıkların kimler?

SS: Mesela Orhan Veli, Melih Cevdet, Cahit Sıtkı, Cemal Süreya…


Uzay: Bu kadar çok örnek varken, neden Cemal Süreya'nın “Sevda Sözleri” isim oldu bu bloga?

SS: Cemal Süreya'nın aşk + erotizm + politizm üçlemesini beğenirim… Hem bunun dışında ustaya bir saygı duruşu olsun istedim, hem de konsepte uygundu, yani içeriği yansıtıyordu. Nahif bir havası var blogum gibi…


Uzay: Senin bakışın nasıl? Politizm var mı sözlerinde? Aşk ne kadar? Ya erotizm?

SS: Normal hayatta politikayla ilgili olsam da politizm 2-3 şiirimde ve ucundan kenarından, göndermelerle var, ince göndermeler. Aşk zaten sınırsız; erotizm, aşkın tutku kısmı olduğundan onun bir parçası ve bende çokça var.


Uzay: bunu sınırlarını sen mi belirliyorsun?

SS: Bu doğaçlama oluşan bir şey. Yani çok aşıksanız çok aşk çıkıyor, tutkulu iseniz erotizm dökülüyor. Her şiir kendi doğası gereği o sınırı kendisi çiziyor yani.


Uzay: Peki hep Sevda Sözleri mi var? Hiç ayrılıktan, ihanetten bahsetmiyor mu sözlerin?

SS: Hiç ihanet etmedim ve ihanete uğramadım, ondan dolayı ihanet bulamazsınız
zaten ihanet olmuşsa "sevda" değildir ve blogumda ona yer yoktur! Ama ayrılık… Ayrılık çetrefilli konu, elini veren kolunu kurtaramaz.


Uzay: Ayrılık dedin de senin yazılarında ben hep şunu görüyorum: Bu sözler hep geride kalanın sözleri. Hiç giden bir şeyler söylemiyor, neden?

SS: Demek ki ben kalan olmuşum genelde. Ya da kalanın durumu daha trajik geliyor bana, kim bilir…


Uzay: Bu verdiğin ara faydalı oldu mu? Yeni şeyler yazabildin mi?

SS: Çok değil maalesef. Bazen yazmam gerek deyip yazabiliyorum; ama bu sefer öyle bir sıkıntıya sokmadım kendimi. Az yazı yazabildim ama çok gözlemledim, çok biriktirdim.


Uzay: Bu birikimler nasıl söze dönüşüyor peki? Belli durumların var mı? İlla sessizlik olsun, deniz kenarı olsun gibi… Yoksa bir anda gelebiliyor mu sözler?

SS:Yoo hayır. Aklıma bir cümle geliyor bazen, sonra onu düşünüyorum, kafama takılıyor, beni rahatsız ediyor kendince. Sonra çoğalıyor ve iyice içime sığamaz hâle gelince atıyor kendini dışarı. Bu doğal bir süreç, buna müdahale edilemez bence; ama bir oturuşta yazdığım yazılar da yok değil.


Uzay: Bir oturuşta yazdıkların çoğunlukta mı peki?

SS: Sanırım neredeyse yarı yarıya.


Uzay: Yazmaya böyle sevdalıyken neden ilk önce bir blogla insanlara ulaşma çabası? İnsan tepkilerini ölçme diyebilir miyiz buna? Bir yayın evine de gidebilirdin mesela?

SS: Kendimi henüz insanların evlerine girecek yeterlilikte görmüyorum. kitabın manevi bir değeri vardır duruşuyla, kütüphanede kapladığı yerle… Evde öylece otururken gözünüze çarpar ve okumaya başlarsınız mesela; para verip alırsınız ayrıca. Henüz bu durum haddime değilmiş gibi geliyor. İnsanların beklentilerini karşılama meselesi.


Uzay: Nedir Beklentileri?

SS: Öncelikle tanınmış bir şair olmayı kaldırabilecek olgunluğa gelmek gerekiyor. Yukarıda bahsettiğim gibi bir kitaptan beklediğiniz şeyler, maddi – manevi…


Uzay: Hazır olup olmadığına neye göre karar vereceksin?

SS: İşte bunu bilmiyorum. Sanırım bir yayınevi editörü bana "sen hazırsın" demeli.


Uzay: Keşfedilmeyi bekliyorsun yani?

SS: Öyle de denilebilir. Eskiden önce sanatçı olunurdu, eğer iyiysen ünlü olurdun, ünlü sanatçı. Oysa şimdi tam tersi oldu. Önce ünlü olman gerek sanatçı olmak için.
Açıkçası bu pis durumun içinde yer almak istemiyorum.


Uzay: Ama sonuçta insanlar okusun diye yazıyorsun. Yer almak zorundasın

SS: Evet ama ünlü değilim şu an, değil mi? Sanatçı olmaya iyice yaklaşınca ünlü de olurum. Ayrıca önemli olan yayınevi kitaplarına değil, ders kitaplarına girebilmek…


Uzay: Hemen bir kitap yayınlayarak ünlü olabileceğine inanıyor musun?

SS: Yayınevleri isterlerse ünlü yapabilirler. Ama Türkiye'de en zor ünlü olanlar kitap yazarları sanırım. Yine de henüz hazır değilken ünlü olma ihtimali beni rahatsız ediyor.


Uzay: Bu rahatsızlık bir tür korku mu?

SS: Belki de öyle. Yani mahcup olma korkusu belki. Ama bence okuyucuya saygı bunun adı.


Uzay: Benim söylemek istediğim korku "tanındıkça bazı duyguları kaybetme korkusu".

SS: Yok, hayır, bunun olacağını sanmıyorum. Ne kadar ünlü olsak da, düz tabirle "kendimizi bozmayız" biz. Yine aynı hissederiz ve hissettiğimizi yazarız. Aydın’ın veya Seda Sayan’ın sabah programında şiir okumayız bazıları gibi… (Burada gülüyor.)


Uzay: İlerde bir kitap çıkacaksa eğer bunun türü ne olur?

SS: Düzyazı ve şiir karışık olur. Hatta tam olarak karışmış olur, yani bölüm bölüm ayrılmaz. Ama bu benim işim değil. Buna yayınevi karar verir. Ben onlara sadece kitap için malzemeyi vermekle yükümlüyüm.


Uzay: Bir okuyucun olarak bana bu fikrin çok yanlış geliyor… Her şeyiyle senin olmalı o kitap.

SS: Herkes doğru ve iyi bildiği işi yapmalı. Ben yazı yazmayı biliyorum, benim işim bu; editörün işi de editörlük. En iyisini o bilir. Nasıl ki ben şimdi çıkıp inşaat mühendisliği konusunda ahkâm kesemezsem, o konuda da işi uzmanına bırakmak daha uygun gibi geliyor bana.


Uzay: Tabi ki ama senin fikrin doğrultusunda yapılmalı bence… Sonuçta o kitap senin ve senin okuyucunun kitabı olacak.

SS: Fikrime danışılır tabi.


Uzay: İlk sözlerini düşününce şu an nerdesin?

SS: Umut vadeden bir yerdeyim. Yavaş yavaş insanların kalbindeyim. Bir okuyucum yazdığım bir şiiri görünce hemen kız arkadaşına SMS atmış çok beğenip. Benim için en büyük ölçü budur. Ama bunun daha ileri bir adımı var: "insanların benim şiirlerimle aşık olması".


Uzay: yani senin şiirlerinde kendi aşklarını mı bulsunlar istiyorsun?

SS: Hayır. Mesela Attila İlhan’ın şiirlerinde çok olur bu. Sevdiğini eve bırakmışsın, vapurla dönüyorsundur, bir şiirini okursun onun ve aşık olursun sevdiğine. Sonra ona da okursun o şiiri. İnsanı aşık etmeli şiir, içindeki aşka dokunmalı, kalbine dokunmalı…


Uzay: Yazdıklarını göz önünde bulundurduğumuzda bize öğretilen sanat akımlarını hangisine yakın senin durusun?

SS: Aslında Garip'le başladım diyebilirim. Ama sonra etkilendiklerimin arasına ikinci yeniler de girince ve tam o dönemde özgünleşmeye başlayınca sanatsal tepki ile birlikte, değişen şartlara ve geçen zamana göre ayrıldım diyebilirim. Ben kendimce post-modern arabesk diyebilirim buna! Söylemesi komik, zaten biraz da nükteli bir isim, şiirlerimdeki nükteler gibi. Ama durum budur. Zaten oryantalist bir toplumdayız, ben de arabesk dinliyorum ve buralardan besleniyorum.


Uzay: Sevda Sözleri yeni bir akımın başlangıcı mı oluyor?

SS: Bu çok ağır bir iddia olur. Kolay bir şey değil bu.


Uzay: Popüler kültürde post-modern arabeske yakın isimler görüyor musun ?

SS: Zor bir soru oldu. (Burada gülüyor) Aslında biraz iddialı olabilir ama Sezen Aksu diyeceğim. Şair olarak da Cemal Safi içerik olarak post-modern arabesktir bence; ama şekilci olduğu için bu kategoriye almak zor.


Uzay: Post-modern arabesk şekilci yazıya karşı mı?

SS: Modern olmak istiyorsanız sanatta da moderniteyi takip etmelisiniz. Gelişime karşı durmamalısınız. Edebiyatı geriye değil ileri taşımalısınız. Ben karşıyım şahsen şekle. Ama Cemal Safi okurken de çok hoşuma gidiyor bazen.


Uzay: Ne zaman şiir okursun?

SS: Özel bir zaman yok, her zaman okurum.


Uzay: Yazdığın bir şiir bir gün bestelenmek istenilse; buna izin verir misin?

SS: Tabi ki, çok da hoşuma gider; ama şiirlerim bestelenmeye pek uygun olmaz sanırım.


Uzay: peki kim yapmalı bunu?

SS: Hmm, yani “Kim yapsın” dersen, soru o ise: Sezen Aksu bestelesin, Müslüm Gürses okusun, Ferhat Göçer vokal yapsın derim. (Burada birlikte gülüyoruz.)


Uzay: "Şiirlerim bestelenmeye pek uygun olmaz sanırım" dedin. Madem Sezen Aksu da post-modern arabeske ve bütün milletin sevdasına ortak neden sen de olmayasın ki?

SS: Yani şekil olarak sanki melodiye uymaya, prozodiye uygun değil gibi geliyor yazdıklarım. Şekil yapısı olarak çok dağınık.


Uzay: Bir gün yapılırsa eğer o zaman anlayabileceğiz bunu…

SS: Bakalım, göreceğiz.


Uzay: Son olarak: Aşk nedir?

SS: İnsandır! Çünkü bence insan düşünen bir hayvan değildir. İnsan, aşık olabilen bir düşüngendir.


Uzay: Aşkın belirli ayrımları var mıdır sence?

SS: Aşkta tutku olmalıdır bence. Yani "seks yapmak" ile "sevişmek" arasındaki fark gibi. Yani “kız arkadaşım” demekle “sevgilim” demek arasındaki fark gibi.

7 yorum:

Yeditepe İstanbul dedi ki...

Tatil bitti :)

uzay dedi ki...

zözgüüüürrrr aglıyımmı ben şimdi bunu mu istiyosun sen:)) tesekkür ederim cook..
dayanamadın demi bir gün önceden yayınladın ehehehe:))

Gamzeli dedi ki...

güzel ve uzun bir röportaj olmuş :)

Misterio dedi ki...

ouuv :)

uzay'da derin bir ciddiyet ve katılık sezdim :) Dan diye sormuş hepsini :) önce onu tebrik ediyim, sorularda çok şey gizli :)

ss'yi daha iyi anlamak adına harika bir fikirdi ve sonuç da süpper bence.. Su içmek gibiydi ;)

Yeditepe İstanbul dedi ki...

Gamzeli ve Misterio'ya teşekkürler.
Ama sanırım sonuna kadar okuyabilen kişi sayısı az :)

Adsız dedi ki...

walla sonuna kadar okudum:)
arkadaşın, araştırmacı ve de soruşturmacı kişiliğini tebrik ediyorum öncelikle.son derece başarılı olmuş yahu bu röportaj!
hepsi bi yana sende ciddi bir şair duruşu oluşmaya başladı, ben açıkçası tehlikeli buluyorum gidişatı. ya seni kandırırlarsa kuşum aydınlarda,kadının böğürtüsü programlarında içli içli şiir playbacki yaparkene düşünemiyorum seni:)) kabus gibi be!
hakikaten kendinin farkında olmak güzel, kendini ve üretimini ifade edebiliyorsun sadece kendi verdiklerini tabi. ben daha iyisini de yapabileceğini düşünüyorum. senin şiirini okuduktan sonra bir nesneye bakışımın değişmesini istiyorum ona başka türlü bakmak istiyorum benim için senin şiirlerin bunu başarırsa eğer şairim sensin.
ve ayrıca seni seviyorum:)

KUGUU dedi ki...

Sevgili SS, Yeni blogun hayirli ve ugurlu ve yolunda sansli olsun dilerim.
Kuguboynu